Biyolojik Süreçler

Besin Döngüsünün Biyolojik Mekanizması:
Bitkileri yapay gübrelerle adeta zorla beslemeye kalkan, ama sonuçta tüm canlı yaşamı zehirleyen kimysalcı yaklaşımın aksine, doğaya saygılı biyolojik yaklaşımda herşeyi doğal süreçler yönetir. İnsana düşen yegane görev ise, doğal süreçlerin ideal koşullarda sürdürülebilmesini gözetmektir.
Biyolojik yaklaşımda, bitkilerin ihtiyaç duyduğu “tüm” besin öğelerini, bitkinin ihtiyaç duyduğu “miktarda” ve bitkinin ihtiyaç duyduğu “zaman” bitkiye sunan doğal besin döngüsünün temelinde, toprak-besin-ağı’nın biyolojik mekanizmaları vardır. Doğa Ana’nın milyonlarca yıldır evlatlarını en mükemmel biçimde besleyip büyüttüğü fıtri yöntem de budur.
Kompost süreçlerinden başlamak üzere etkili olup, sağlıklı bir besin döngüsünü yaratarak bitkilerin yetiştiği ve verimli olduğu koşulları sağlayan, çeşitli makro- ve mikro-organizmaların etkin olduğu biyolojik ve mikro-biyolojik süreçler, sağlıklı doğal yaşamın tam da merkezinde olup, bugün kimyasalcı lobilerin maddi ve manevi baskıları nedeniyle olsa gerek, (SFW gibi vicdanlı ve yürekli bilim insanları hariç) bilim dünyasının ne yazık ki pek de ilgi göstermediği maddi, somut ve nesnel gerçekleri temsil etmektedir. Sağlıklı ve medeni ve sürdürülebilir bir yaşam için asıl dayanağımız olan bu biyolojik süreçleri gözardı ederek ne doğayı, ne ekonomiyi, ne çevreyi, ne de sağlığımızı kurtarmak asla mümkün olmadığı gibi, gelecekte gezegenimizde yaşamımızı sürdürmek de mümkün değildir.
Besin zinciri, besin ağı veya besin piramidi olarak da adlandırılan doğal yaşam matriksinin en tepesinde bulunan canlı, hiç tartışmasız insanoğludur; en alt basamağında ise ilkel tek hücreli canlılar yer alır.
Toprak-besin-ağı’nı doğru anlayabilmek için, farklı besin düzeyleri halinde sınıflandırarak incelemek gerekir.

0- Sıfırıncı düzey de denilen en alt besin düzeyinde, bitkinin kendisini, fotosentez yapan yapraklarını veya topraktan suyu emen köklerini, hatta dünyamızda yaşamın başlangıç noktasına tanıklık eden ilkel canlılardan olan fotosentetik bakterileri sayabiliriz.toprak besin ağına biyolojik bakış

1- Birinci besin düzeyinde ise, bitkinin ölü kısımlarını, dökülen yapraklarını, yani organik maddeyi yiyerek yaşayan bakteriler ve mantarlar bulunur. Bu mikro-organizmalar, ayrıştırıcı olarak nitelenir. Toprak-besin-ağı’nın temelinde bu iki tür mikro-organizma bulunur. Bakteriler, eğer sistemde yeterli bakteri besini varsa, çok hızlı ürerler ve özellikle azot ağırlıklı ve basit yapılı organik maddeyi hızla ayrıştırırlar; ancak üreme hızları eğer sistemdeki oksijen kaynaklarını tüketme noktasına gelirse, yerel çevre koşulları anaerobik yönde değişebilir ve toprağın ve bitkinin sağlığı olumsuz etkilenir. Mantarlar ise daha yavaş ürerler ve daha karbon ağırlıklı ve daha karmaşık yapılı organik maddeyi ayrıştırırlar. Bu nedenle komposttaki karbon/azot dengesi önemlidir; çünkü sonuçta bakteri-mantar dengesini, yani toprağın en temel özelliklerinden birini belirleyecek olan parametredir. Bakteri ve mantar türleri arasında yararlı ve aerobik türler ağırlıklı olsa da zararlı ve anaerobik türler de vardır; ortamda hangi türün baskın olacağını ise toprağın veya kompostun içinde bulunduğu ısı, nem, pH gibi çeşitli fiziksel koşullar, ama en önemlisi, oksijen oranı belirler. Gene, olumsuz ve koşullara bağlı olarak ortaya çıkan ve anaerobik ortamda hızla üreyen zararlılardan olan kökçül nematodlar da bu grupta, birinci besin düzeyinde sayılır.
Bakteri ve mantarların organik maddeyi ayrıştırması, tüketmesi ve -bir anlamda- bedenlerinde korumaya alması her ne kadar kompostlama sürecinde çok önemli olsa da, nihayetinde bitkiye doğrudan bir yarar sağlamaz. Bitkinin ihtiyacı olan ise -günümüz terminolojinde sıkça geçen- “suda çözünür” formdaki besin öğeleridir. Bu nedenle bir üst besin düzeyinin büyük önemi vardır.

2- İkinci besin düzeyinde yer alan ve birinci besin düzeyi canlıları olan bakteri ve mantarlarla beslenen protozoa ve nematodlar, mikro-eklembacaklılar ve diğer canlılar, tam da bitkinin ihtiyacı olan besini sunarlar; ayrıştırma sürecinde hızla üreyen bakterilerle beslenen protozoalar ve bakteri yiyen nematodlar, tam da kök civarında saldıkları dışkıları sayesinde bitkilere, suda çözünür formda yüksek azot içeren zengin besin kaynağı sunarlar. Ama sadece azot değil, aslında bitkinin ihtiyaç duyduğu tüm besin öğelerini en dengeli biçimde ve yeterli miktarda sunmuş olurlar. Eğer toprakta veya kompostta yeterli oranda protozoa veya nematod kolonisi mevcut ise, dışarıdan azotlu gübre sağlama ihtiyacı asla söz konusu olmaz. Besin döngüsü böylelikle sadece bitkinin besin ihtiyacını karşılamakla kalmaz, çok hızlı üreyen bakteri nüfusunu da kontrol ederek ve belli bir dengeye getirerek, topraktaki oksijen sorununu da kontrol eder. Sağlıklı besin döngüsü, sağlıklı toprak ve sonuçta sağlıklı ve verimli bitkiler demektir. Mantarlarla beslenen nematodlar ve mikro ölçekteki eklembacaklılar da ayrıştırıcı mantarları tüketerek toprak besin ağının dengesini korurken, bitkiye ihtiyacı olan besini sağlarlar. Tüm bu canlıların dışkıları bitkiler için en taze ve en besleyici ve de en kaliteli türden, zengin organik gübre anlamına gelir. Artık ne kimyasal gübreye ve hatta ne de organik gübreye ihtiyaç kalmaz. Çünkü bitkinin besin kaynakları toprakta artık fazlasıyla mevcuttur.

3- Üçüncü ve daha üst Besin Düzeyleri:
Besin ağında bulunan av-avcı ilişkilerinde dengenin bozulmaması gerekir. Bol miktarda av bulabilen bir avcı, eğer açgözlü davranır da tüm avını tüketirse, kendi geleceğini de tehlikeye atar. Genel olarak her ortamda, av arttıkça avcı nüfusu artar, avcı arttıkça av miktarı azalır, av azaldıkça sonuçta avcı nüfusu da yeniden azalır; ve eninde sonunda av ile avcı arasında sürdürülebilir doğal bir denge kurulur. Doğanın yöntemi, her besin kategorisinde ilk birkaç azalıp-çoğalma dalgalanması sonrasında, bir noktada, av ve avcılar arasında karşılıklı dengenin kurulmasıdır. Avcıların nüfusunu kontrol etmek için Doğa Ana’nın bir diğer yöntemi, bir üst besin düzeyinde de avcıların olmasıdır.
Ayrıştırıcılarla beslenen protozoa ve nematodların düzeyinin (2.düzey) bir üstünde yer alan besin düzeyinde ise daha büyük boyda eklem bacaklılar, nematod yiyen nematodlar, daha da üst düzeylerde ise solucanlar, kemirgenler, kuşlar ve nihayet daha büyük boy etobur canlılar, tümü birden, birbirleriyle beslenerek ve belirli bir sürdürülebilir denge içinde birarada yaşayarak bir besin ağı, yani sağlıklı bir ekosistem oluştururlar.
Doğada her bir canlının bir görevi, bir işlevi vardır ve tarım faaliyetlerinde de tüm canlılar kendi katkılarını yaparlar. Herhangi bir “zararlı”yı kimyasallarla öldürmek sadece sistemik dengeyi bozmakla kalmaz, toprağı da zehirlediğinden, bir çok başka canlının yaşam ortamını da tahrip ettiğinden, gerek doğaya gerekse tarımsal faaliyetlerimize uzun erimli ve de tahminlerin çok ötesinde olumsuz etkide bulunur. Yaşadığımız çevre felaketi zaten bu gerçeği en somut biçimde ifade etmektedir.

Toprak, bir ortamdır; çöl toprağı gibi cansız da olabilir, veya organik toprak gibi canlı ve sağlıklı da olabilir.
Toprak-besin-ağı sadece toprakta değil, “organik maddenin toprağa dönüşen hali” olan kompostta da aynen bulunur; toprak çözeltisinde görebileceğiniz tüm mikro-organizmalar, aynı besin düzeyleri, aynı besin döngüsü, ısıl kompostta da, solucan kompostunda da bulunur. Bitkisel atıkların yüzeylerinde bulunan, kök veya dal veya yapraklarında yaşam bulan mikro-organizmalar, kompostlaşma sürecinde de görev alır ve varlıklarını sürdürürler. Tüm bu biyo-çeşitliliğin aynen korunması ve mümkünse aşılama yoluyla, başka kompost ve toprak ortamlarına aktarılarak daha da geliştirilmesi amaçlanmalıdır. Dahası, sıvı haldeki kompost türevleri olan kompost özütü ve kompost çayında da aynı mikro-organizmalar bulunur. Tüm kompost uygulamalarının amacı da zaten, toprakta bir nedenle zayıflamış olan biyolojiyi, hem biyo-çeşitlilik hem de biyo-kütle anlamında, yeniden toprağa katmak, katı veya sıvı kompost uygulamaları aracılığıyla yeniden toprağa aşılamaktır. Toprağı biyolojik açıdan zenginleştirerek yeniden organik toprağa dönüştürmektir.

Organik gübre, organik kompost veya solucan kompostu, hatta organik toprak, bunlar birer madde gibi değil, birer canlı organizma gibi düşünülmelidir. Ya içeriğindeki mikro-organizmalar en hareketli ve en canlı haldeyken taze taze uygulanmalı, ya da -eğer başka çaremiz yoksa- bir miktar kurutarak ve biyo-çeşitliliğin bir miktar azalmasını göze alarak biyolojik aktivitenin yavaşlatıldığı, mikro-organizmaların çoğunun dormant hale getirildiği halde uygulanmalıdır.
Her türlü kompost uygulaması bilerek ve görerek yapılmalıdır, nedenlerini bilmeden anlamadan, internette paylaşılan ve karalama defterinden çıkmışçasına bir takım afaki reçetelerle veya bilimsel kılıklı hurafelerle, körlemesine uygulanmamalıdır. Mikro-organizmaları görmek ise çıplak gözle değil, ancak mikroskopla olur.
Tarım yaptığımız toprağın biyolojik niteliklerini bilmemiz gerektiği gibi, satın aldığımız veya kendi ürettiğimiz kompostun biyolojik kalitesini de mikroskop altında test edip emin olmak gerekir. Bu nedenle biyolojik yaklaşımla organik tarım yapmak isteyen her çağdaş tarım işletmesinin, mikroskop ile biyolojik toprak analizi veya biyolojik kompost analizi yapabilme yeteneğine ve yeterliliğine sahip olması gerekir.
Gelecekte muhtemelen mikroorganizmaların rolünü iyi bilen ve toprak-besin-ağının yaratacağı doğal besin döngüsünden en verimli şekilde yararlanabilen bir çiftçi profili egemen olacak gibi görünüyor.

» “İyi Kompost” nedir? »

İçeriği Paylaşın: