Biyolojik Yaklaşım nedir?
Toprak ve kompost söz konusu olduğunda Biyolojik Yaklaşım, en kestirme ifade ile, toprağa ve komposta biyoloji bilimi açısından bakıştır, ve yegane bilimsel yaklaşımdır. Çünkü tarımsal faaliyetlerin başlıca ilgi alanı, toprağın üzerindeki ve toprağın altındaki canlı varlıklardır; bitkilerdir ve toprak organizmalarıdır, yani biyolojik varlıklardır. Biyolojik yaklaşım gözardı edilerek tarım yapmaya kalkılırsa, toprağı mahvetmek kaçınılmazdır.
Günlük yaşamın baş döndürücü akışına kapılıp dünyayı aklımızla değil de algılarımızla anlamaya çalışmak yadırganamayacak kadar yaygın ne yazık ki. “İnsan gördüğünü bilir” şeklinde özetlenebilecek bu yaklaşımın sonucu ise, kaçınılmaz olarak, dünyayı eksik anlamak veya sadece çevremizde algılayabildiğimiz maddi nesnelerden ibaret sanmaktır. Batı kültüründe yaygın olan “görmek inanmaktır” özdeyişini eğer tersinden okursak, anlamı: “görmediğime inanmam”.
Gerçek şu ki, insanlar, hayvanlar, bitkiler, tüm canlılar ve hatta cansızlar, doğanın birer parçasıdır ve hiç kuşkusuz ilelebet böyle kalacaklar. Bizim fikir ve kabullerimizden bağımsız olarak, adına doğa veya evren dediğimiz maddi, somut, nesnel gerçek; kendi içinde bağımsız ve parçalanmış birimlerden oluşan eklektik bir yapı olmayıp, bütünlüklü, düzenli ve mükemmel tasarlanmış bir tümleşik, tevhidi yani bütünselci bir yapı arz eder. Onca uyarıya karşın R-cortex kaynaklı dürtüler karşısında bir türlü direnemeyen insanoğlunun hazin durumu gerçi başka bir hikaye, ama dünyayı aklıyla anlamaya çalışanlar bu gerçeğin farkındadır. Doğa Ana’dan kopmuş ve doğadan bağımsızlaşmış, doğaya egemen olmuş, doğayı döven bir insanoğlu düşünülemez; bu şekilde bir medeniyetin var olması veya varlığını sürdürülebilmesi ise zaten söz konusu bile olamaz.
Örneğin, toprağa baktığımızda gördüğümüz, çeşitli kahverengi tonlarında bir malzeme ve üzerindeki bitkilerdir; oysa toprak, çıplak gözle gördüğümüzden çok daha fazlasıdır. “Biyolojik yaklaşım” ifadesiyle kastedilen, aslında “mikrobiyoloji”yi, yani gözümüzle göremediğimiz mikroorganizmaları da görmek ve hesaba katmaktan başka bir şey değildir. Toprağın bağrındaki organik besin döngüsünü bir türlü göremeyen çiftçilere önerimiz, mikroskop kullanmaları ve toprağın altındaki yorulmak bilmeyen işçileri, toprak mikroorganizmalarını, bizzat görmeleridir. Görünce mutlaka inanırlar!
Bilim adamlarının geçen yüzyılda yaptığı tanıma göre toprak üç farklı kategoriden oluşur: 1- inorganik mineral madde, 2-organik madde, 3-mikroorganizmalar. (Biyolojik yaklaşımı bilim dünyasında temsil eden SFW ekolünün lideri Elaine Ingham ise bunu “aerobik mikroorganizmalar” şeklinde düzeltmiştir, çünkü anaerobik organizmaların egemen olduğu bir malzemenin “toprak” olarak adlandırılması abestir. Nitekim Elaine Ingham “soil” terimini sadece organik nitelikli toprak için kullanırken, kimyasal uygulamalar veya bir başka nedenle mikroorganizmaları yitirmiş olan toprak için “dirt” terimini yeğliyor.)
Toprağın yapısındaki bu bütünselliği fark etmek, toprağa ve tarıma ve çevre sorunlarına bütünselci açıdan bakmak biyolojik yaklaşımın özüdür.
Kimyasalcı yaklaşım
Kimyasalcı yaklaşım ise tevhidi bozar, yukarıda sayılan bu üç unsurdan ilk ikisini dikkate alır; ve daha ilk adımda kimyasal “toprak analizi” ile işe başlar; mineral eksikleri görür görmez hemen mineral gübreye başvurur. Doğal olarak toprakta bulunan ve bitkiyi besleyen asıl unsur olan mikroorganizmaları yok sayar veya önemsiz sayar ve böylece “bitkiyi dışarıdan beslemek” yöntemini esas alarak tarımsal faaliyeti yürütmeye çalışır.
1950’li yıllardan bu yana yaşadığımız trajedinin temelinde işte bu hatalı yaklaşım vardır:
toprağın bağrındaki canlıları bir türlü görmeyen, göremeyen, daha doğrusu menfaat kaygılarıyla görmek istemeyen ve yok sayan ve kullandığı kimyasallarla bu canlıları ve bunların bitkilere sunduğu doğal besin döngüsünü ne yapıp edip sonunda gerçekten de yok eden bir tarım tarzı egemendir.
Toprağın 3 temel unsurundan birini yok ettiğinizde ise toprak, ne yazık ki toprak olmaktan çıkar, geriye sadece toprağa benzeyen bir dolgu maddesi, yani substrat kalır.
Kimyasalcı yöntemlerle tarım yapan insanoğlu, yaptığı tercihin sağlık ve ekonomi üzerindeki muazzam toplumsal etkileri bir yana, yüzyıldan daha kısa süre içinde toprağı, havayı, suyu, iklimi ve binlerce canlı türünü de mahvetmiştir. Doğaya saygısız tarımın, doğaya saygısız bir kültürün ve saygısız bir medeniyetin sonuçlarını yaşıyoruz.
Yaklaşık 70-80 yıldır tarım sektörüne küresel ölçekte egemen olan kimyasalcı anlayış, genel olarak, canlıları Doğa Ana’dan koparan ve aralarındaki simbiyotik ilişkileri yok sayan, doğadaki bütünselliği parçalayıcı ve tevhidi bozucu bir anlayışı temsil etmektedir. Toprağın bağrındaki canlı yaşamı yok sayan kimyasalcı yaklaşımın 80 yıl sonra vardığı noktada bugün nihayet toprağı dahi yok sayma eğilimi egemen olmuştur. Bu anlayış ile toprak da, adeta “olsa da olur olmasa da olur” türden ve de cansız bir dolgu maddesi gibi değerlendirilir ve topraksız tarım yönteminde bitkileri yetiştirmek için tamamen dışarıdan verilecek kimyasal bazlı katkı maddelerine başvurulur. Bu sistemde bitkilerin rızkını veren Doğa Ana değil, küresel tarım tekellerinin toksik ve kimyasal ürünleridir.
Biyolojik Yaklaşımın Bütünselci Bakışı
Biyolojik yaklaşım ise ait olduğu bütüne ve bütünün tüm parçalarına saygı gösterir. Bizler de, bitkiler de, tüm canlılar hepimiz doğa içinde varolan ve doğaya ait varlıklarız. Doğaya saygılı tarım ve doğaya saygılı medeniyet aslında hiç de imkansız değildir, zor değildir, aksine çok daha kolay, daha sağlıklı, daha huzurlu ve daha verimlidir.
Tarımda veya toprakta biyolojik yaklaşım ile, toprak mikroorganizmalarının bitki ile simbiyotik ilişkisi gözetilir. Sadece toprak, nem, sıcaklık, pH, tohum, bitki, organik gübre vs gibi makro unsurlar değil, bitki kökündeki besin döngüsü ve besin döngüsünü mümkün kılan parametreler ve besin döngüsünde rol alan mikroorganizmalar, hepsi dikkate alınır.
Tarımsal üretim, yani bitkinin yetiştirilmesi ve beslenmesi ise bu doğal besin döngüsü sayesinde gerçekleşir. Doğa Ana’nın yavrusu olan bitkiler, onlara en iyi bakacak olana yani kendi analarına emanet edilir.
Biyolojik yaklaşım kompost için de aynen geçerlidir. Çürüme ve ayrışma süreçlerinde mikroorganizmaların rolü malum. Ancak kompostlanacak malzeme, biyolojik yaklaşımda kendi haline bırakılmaz, kompostlanma sürecindeki makro parametrelerin kontrolü sayesinde mikrobiyolojik dengeler de kontrol edilerek, sürecin kalitesi belirlenir. Böylece “kara toprak” niteliğinde kaliteli bir ürün, yani “iyi kompost” elde edilirken, bozunma sürecinin çevreye etkisi de asgari düzeyde kalır.
Özetlersek, biyolojik bakış doğadaki tüm unsurları bir bütünlük halinde gören, bütünselci ve tevhidi bir yaklaşımı temsil eder. Toprak, su, hava, güneş, bitkiler, hayvanlar, yer altı ve yerüstü mikroorganizmaları, hepsi birlikte, ve birbirleri arasında hayat dediğimiz ve tıkır tıkır işleyen bir bağ ile, ayrılmaz bir bütün oluştururlar. Toprak ile bitki ayrı düşünülemez, bir bütündür, birdir. Aynı şekilde bitkiler ve hayvanlar ve toprak birbirlerinden ayrı düşünülemez, birinin varlığı diğerini destekler ve bir bütün oluştururlar. Bir diğeri olmadan, bu unsurların her biri “eksik” kalırlar.
Toprağın altındaki ve üstündeki mikro-organizmalar son derece hayati bir önemdedir. Otlayan hayvanların salyalarından ve dışkılarından bitkilere, ve bitkilerden de bu bitkileri tüketen canlılara sürekli aktarılan biyom, biyo-çeşitliliğe katkıda bulunur, biyolojik zenginliği artırır; hayatı zenginleştirir, sağlamlaştırır ve daha sağlıklı kılar.
Bitkileri besleyen bizzat Doğa Ana’dır, toprağın üzerindeki doğal yaşam ile simbiyotik ilişki içinde varlığını sürdüren, toprağın altındaki mikro-biyolojik yaşamdır; yoksa, sanıldığı gibi, toprağa yıllardır yapay ve zehirli kimyasal maddeler vererek Doğa Ana’sını zehirleyen insanoğlu değil!
Bitkileri yapay yollarla besleyen anlayış hayvanlara da farklı davranmaz. Besi hayvanları kapalı mekanlara kapatılıp yapay yemlerle beslenerek yüksek verim hedeflenir; merada otlatma etkinlikleri ise sadece ağır yem maliyetini hafifletmek amaçlı ve ikincil önemde bir besin tedariki olarak görülür. Doğal süreçleri izleyerek bir iki yılda büyüyen tavuk ile, yapay yemlerle kafeste 45 günde büyüyen ve kesime gönderilen tavuğun aynı şey olduğu düşünülür; işin kötüsü tüketiciler de arada bir fark olmadığı zannıyla bu yapay tavuklara müşteri olurlar. Tüketiciler gibi üreticiler de, besi hayvanlarının beslenmelerinin yapay yemlerle eksik kaldığını, sindirim sistemlerinin ve iç bünyelerinin doğal flora üzerindeki mikro-organizmaların oluşturduğu biyoma ihtiyaç duyduğunu bilmezler; veya bilseler de bu hayati sorunu umursamazlar.
Doğa Ana’nın hayırsız evlatlarının gösterdiği, bu akıl dışı ve bilim dışı kimyasalcı yaklaşım yüzünden ne yazık ki hem toprağımızı büyük ölçüde mahvetmiş, doğadaki ilahi tasarımı tahrip etmiş ve artık sürdürülemez bir noktaya yaklaşmış durumdayız; ve bir an önce bu yanlıştan dönmek için kimyasalcı yaklaşımı terk etmeli ve biyolojik yaklaşımı iyice anlamalı ve uygulamalıyız, çünkü doğayı bir gün tamamen yok ettiğimizde, gidebileceğimiz başka bir dünya yok.