Kompost, entellektüel bir “icat” değil, tarihin erken dönemlerinden itibaren hayatın pratiğinin doğurduğu bir “ihtiyaç”. Organik atıkların miktarı ile kompost ihtiyacı arasında yakın bir ilinti söz konusu.
Örneğin bir dönüm merada bir kaç hayvanın tezeği kendiliğinden doğaya karışır ama bir besi çiftliğinde bir dönümde yüzlerce hayvanın dışkısı biriktiğinde ciddi bir hijyen sorunu ortaya çıkar. Tarihsel süreçte de aynı örnek geçerli.
Doğa Ana’nın kendi yavaş temposuyla kendi başına halledebileceği miktarda organik atıklar asla sorun olmaz; ama ne zaman ki nüfus yoğunlaşmaya başlar ve kalabalık köyler veya kentler tarih sahnesinde yerini alır, işte o gün kompost bir ihtiyaç, hatta bir zorunluluk haline gelir.
Tarihte bilinen ilk kompost örnekleri gerçekten de işte böylesi bakırçağ medeniyetlerinde görülür. Eski Sümer ve Hint belgelerinden anlıyoruz ki antik dönemde de kompost yapımı, öncelikle hijyen açısından bir zorunluluktu. Çünkü kalabalık yerleşim alanlarında yoğun bir şekilde biriken organik atıkların ciddi sağlık sorunları yarattığı ilkel toplumlarca deneyimlenmişti. Kontrolsüz çürüyen organik atıklar toplum sağlığının başta gelen düşmanıydı. Bu sorunun bilinen en sağlıklı çözümü ise, kompostlama yoluyla atıkların hijyenik biçimde bertaraf edilmesiydi.
Ortaçağ Avrupası da her salgında bunu yeniden hatırladı, unuttuğunda ise bugün hatırlamak bile istemediği ölümcül salgınlarla boğuşmak durumunda kaldı.
Bir dönem Avrupa’lı asiller arasında yaygın olan, ters koni formunda dik yakalı giysi modellerinin kaynağı olarak ve hatta ortaçağda parfüm sektörünün kaynağı olarak, özellikle kentlerdeki organik atıkların rahatsız edici kokusundan literatürde söz edilmesi, ilginç bir kültürel veri olarak not edilebilir.
16-18 yüzyıllarda foseptiğin Avrupa’da giderek yaygınlaşması ise kompostlamaya olan ihtiyacı zamanla ortadan kaldırınca, kompostun uzunca bir süreliğine toplumsal hafızalardan silindiğini görüyoruz.
Tam da o tarihlere rastlayan sanayi devriminin ürünlerinden biri ise madencilik alanındaki gelişmelerdi. Bir kısmı patlayıcıların da hammaddesi olan fosfatlı, nitratlı vs birtakım ürünlerin tarlaya döküldüğünde rekolteyi artırdığı görülünce, kimyasalcı tarımın da fitili ateşlenmiş oldu. Birinci dünya savaşı sırasında muazzam miktarlarda patlayıcı hammaddesi üreten fabrikaların hedefi barış döneminde ne yazık ki tarım sektörü oldu. Kimyasal gübrenin tarlaya uygulanmasının ardından ilk birkaç yılda gördükleri sıradışı verimlilik çiftçilere çok çekici gelmişti. Yüzyılın başından itibaren traktörlerin de devreye girmesiyle tipik endüstriyel-kimyasalcı tarım tarihte yerini almıştı.
Geleneğimizde mevcut olan kompostu yeniden hatırladığımız dönem işte tam da bu yıllardır. Etki tepkiyi doğurur ve kimyasalcı modaya karşı organik tarım hareketinin başlangıcı “iki dünya savaşı arası” bu döneme tarihlenir.